Kültürel Mirasın Korunmasında Osman Hamdi Bey
Herkes onu Kaplumbağa terbiyecisi olarak tanır. Peki Osman Hamdi Bey döneminde ne katkılar sağladı… O sadece bir ressam değil, iyi bir arkeolog ve kültürel mirasın korunmasında baba rolü oynamış bir insandı… Osmanlının çöküşünde bile sanatın bilimin öncülüğünü başlattı.
4 Eylül 1881’de Müze Müdürlüğü görevine Osman Hamdi Bey atandı. Dönemin ilk önemli etkinliği 21 Şubat 1884’de yürürlüğe giren ‘Üçüncü Asar-ı Atika Nizamnamesi’dir. Bu düzenleme Türk eski eserler hukukunun temeli sayılır. 5 bölümlü nizamnamenin ilk bölümünü genel hükümler, ikinci bölümünü eski eser alım satımı, üçüncü bölümünü araştırma ve kazılara ilişkin hususlar, dördüncü bölümünü taşınmaz mallarla ilgili hükümler, beşinci ve son bölümünü ise ceza hükümleri oluşturur. Osman Hamdi Bey döneminde gerçekleştirilen son yasal düzenleme ise 1906 tarihli Asar-ı Atika Nizamnamesi’dir. 1906 Nizamnamesi birkaç temel noktada değerlendirilebilir. Bunlardan ilki, daha önceki nizamnamelere oranla daha gelişmiş bir içeriğe sahip olmasıdır. Buna karşın 35 maddeden 26’sının taşınır eski eserler ve arkeolojik kazılara ayrılması, taşınmazların korunması kavramı ve buna bağlı yaklaşımların gereği kadar oluşmadığını açıkça göstermektedir. Nizamnamenin bir diğer önemli özelliği ise, Cumhuriyetin ilk koruma mevzuatı olan, 1973 yılında yürürlüğe giren 1710 sayılı yasanın özellikle taşınır eserler ve arkeolojik kazılara ilişkin bölümlerini büyük ölçüde etkilemiş olmasıdır. Bu süreçte 60 yıl (1848-1917) içerisinde eski eser ve korumayla doğrudan ya da dolaylı olarak ilgili 42 yasal ve yönetsel düzenlemenin yapılması ve yürürlüğe konmak üzere yayınlanması, yasalaştırma eyleminin etkin bir araç olarak kullanılmak istendiğini göstermektedir.

Günümüzdeki imar ve koruma hukukunun temellerini oluşturan ve kentsel biçimlenmeyi belirleyen birçok yasal düzenleme Tanzimat’la birlikte getirilmiştir. Oluşturulan çeşitli nizamnamelerle ilk kez yapım işleri bir bütünlüğe kavuşturulmuş ve belli kurallar oluşmuştur. Bu bağlamda kısıtlamalar ve haklar belirlenmiş, daha da önemli olarak süreklilik ve eşitlik getirilmiştir. Osman Hamdi Bey döneminin bir başka önemli etkinliği, eğitim alanında olmuş ve sanat eğitimine ilgisi korumaya da katkıda bulunmuştur. 1882 yılında kurulan Sanayi-i Nefise Mektebi, İmparatorluğun ilk tasarım ve güzel sanatlar okuludur. Bu kurum daha sonra Devlet Güzel Sanatlar Akademisi ve son olarak da Mimar Sinan Üniversitesi adını alacaktır. Osman Hamdi Bey 1883-1885 yılları arasında İzmir çevresinde Aeolia bölgesindeki bazı nekropollerde, Lagina antik kenti Hekatae Tapınağında ve Güneydoğu Anadolu’da Nemrut Dağı Tümülüsünde kazılar yapmış, ayrıca Zincirli’de (günümüzde Gaziantep İli, İslahiye İlçesine bağlı bir köy) Alman bilim adamları tarafından yapılan kazılarda bulunan eserlerin büyük bir bölümünün Müze-i Hümayuna getirilmesini sağlamıştır. O’nun en önemli arkeolojik çalışması 1877-1878 yılları arasında yapılan, 21 lahtin ortaya çıkarıldığı Sayda (Sidon, Lübnan) kral mezarlığı kazılarıdır. Bu lahitlerin arasında İskender Lahdi olduğu söylenen ünlü Lahtin de bulunması Osman Hamdi Bey’e uluslararası ün kazandırmış; bu kazılarla ilgili olarak bir Fransız araştırmacı ile beraber yazdığı kitap “Sayda Kral Mezarlığı” adıyla Fransızca olarak 1892’de Paris’te yayınlanmıştır.
Yüzyılın sonuna doğru eski eserlerin onarımı alanındaki örgütlenmede gelişmeler izlenmektedir. Bu konuda çaba gösteren kurumlardan biri Evkaf Nezaretidir. 1897 yılında bu kurumun bünyesinde bir “Tamirat Müdürlüğü” bulunmaktadır. Nezaret, anıtların korunması ve onarımı konusunda yeni bir atılım gerçekleştirmek için, dönemin önemli tasarımcılarından, Harbiye Nezareti Başmimarı Kemalettin Bey’e 1908 yılında bir rapor hazırlatmıştır. Bu rapor, onarıma yönelik çeşitli hususların yanısıra, Nezaretin oluşturmak istediği ‘İslam Eserleri Koruma ve Onarım Örgütü’ nün biçimlenmesine ilişkin görüşler de içermektedir. Dönemin ‘eski eser’ ve ‘koruma’ anlayışına ilişkin yaklaşımlar içeren bu raporun bir bölümü mimarın restorasyon anlayışını yansıtmaktadır. Kemalettin Bey’in tarihi yapıların onarımına ilişkin tanımları, ilkeleri ve yöntemleri bugünkü koruma anlayışı ile örtüşmektedir. Batılılaşma sürecinin bir diğer özelliği, bir bölümü yabancılar eliyle başlatılan araştırmalar, kapsamlı onarım ve çevre düzenleme etkinlikleridir. Aşağıda bu etkinliklerin bir bölümüne ilişkin bilgiler yer almaktadır:
• Osmanlı Devleti 1873 yılında düzenlenen Viyana Uluslararası Sergisi’nde yer almıştır. Bu sergi için mimar Montani tarafından “Usûl-ü Mimari-i Osmani” (Osmanlı Mimarisi) isimli bir kitap hazırlanmıştır. Montani, üç dilli (Osmanlıca, Fransızca ve Almanca) eserin teknik bölümünün yazarı olarak bilinir. 1873 Viyana Sergisi için hazırlanan eseri ortaya koyan komisyonda, Montani en önemli kişidir. O, Usûl-ü Mimari-i Osmani’de, Osmanlı mimari örneklerinin ölçülü çizimlerini yaptığı gibi, aynı zamanda pek çok süsleme çizimleri hazırlamıştır.
• Ayasofya’nın çevresi 19. yüzyılın ortalarına kadar binalarla kaplanmıştı. Bu binaların bazıları yapıya zarar vermekteydi. Bu nedenle çıkartılan bir fermanla Ayasofya’nın korunması için çevresindeki binalar yıkıldı. Benzer bir uygulama, aynı yıllarda, İstanbul surlarının üstüne yapılan, görüntüyü bozan yapıların yıkılması ile yapılmıştır

• Ayasofya, ayrıca 19. yüzyılda kapsamlı bir onarıma konu olmuştur. Onarımı yürüten Gaspar Fossati, İsviçre asıllı bir İtalyandır. 1809 – 1883 yılları arasında yaşamıştır. Milano Brera Akademisi’nde mimarlık eğitimi almış, İtalya’da çeşitli arkeolojik kazılara katılmıştır. 1833 yılında Rusya’ya gitmiş ve 1836 yılında saray mimarı ünvanını almıştır. 1837 yılında İstanbul Rus Elçiliği binasını inşa eden sanatçı, binanın çok beğenilmesi üzerine İstanbul’da çok sayıda anıtsal proje siparişi almıştır. 1847 yılında Sultan Abdülmecit tarafından Ayasofya’nın restorasyonu işi ile görevlendirilen Fossati, on iki yıl boyunca mimar olan kardeşi Guiseppe ile birlikte çalışmıştır. Restorasyon çalışmaları, ana kubbedeki çatlakların ve galeri katında yüzyıllar boyuca tonozların ağırlığı altında eksenden kayan sütunların onarımını, ayrıca dökülmüş sıvaların yenilenmesini ve dış cephelerin boyanmasını kapsamaktadır. Restorasyon çalışmaları sırasında Fossatiler, Osmanlı döneminde sıvayla kapatılmış mozaikleri Sultan’ın izniyle açtıktan sonra suluboya ve kara kalem resimlerini yaparak belgelemişler ve tekrar üzerlerini sıvayla kapatmışlardır. Sayıları 400’ü bulan bu çok değerli belgeler İtalya’da Bellinzona kentindeki devlet arşivinde ve Fossati Vakfı arşivinde bulunmaktadır. 1847 yılında başlayan restorasyon çalışmaları 1858 yılına kadar sürmüştür. Fossati Kardeşlerin onarım çalışmaları, Ayasofya’nın uzun tarihinde, bir proje kapsamında yapılmış en kapsamlı olanıdır. Gaspare Fossati’nin Ayasofya’nın görüntülerini içeren, Sultan Abdülmecid’e ithaf edilmiş büyük boyutlu, taşbaskı bir albüm 1852 yılında Londra’da yayımlanmıştır.

• Ünlü Fransız mimar ve kuramcı Viollet-le-Duc’ün asistanı Leon Parvillé (1830-1885), 1855’teki depremden hasar gören Bursa’nın ünlü yapılarını onarmıştır. Ünlü devlet adamlarından Ahmet Vefik Paşa’nın Bursa valisi olduğu dönemde Parvillé, Yeşil Cami, Orhan Bey Camisi, Ulu Cami, Muradiye Camisi ile Yeşil Türbeyi restore etmiştir.
• 1894 yılında meydana gelen büyük İstanbul depreminde başta Kapalı Çarşı olmak üzere birçok tarihsel yapıda hasar meydana gelmiştir. Osmanlı hükumeti tarihsel yapıların onarımında yabancı uyruklu ve gayrimüslim mimarlardan yararlanmıştır. Örneğin, Kapalı Çarşı’nın onarımında görev alan komisyon dönemin ünlü mimarları Aléxandre Vallaury, D’Aronco, Sarkis Balyan ve mühendis Berthier’den oluşuyordu. Özellikle Vallaury ve D’Aronco’nun etkili olduğu Kapalı Çarşı onarımında, depreme dayanaklı malzeme olması nedeniyle çelik profiller yoğun olarak kullanılmıştır. Bu onarıma ait bazı mimari çizimler İtalya’daki Udine arşivinde bulunmaktadır. Bundan başka, Mimar Sinan’ın yapılarından Edirnekapı’daki Mihrimah Sultan Camisi ile Ayasofya Camisi için de Kapalı Çarşı’dakine benzer komisyonlar oluşturulmuştur. 19. yüzyılda sivil toplum örgütlerinin ve yerel yönetimlerin kültürel değerlerin korunmasına katkısı yok gibidir. Ulaşılabilen belgelere göre, İmparatorluk’ta, konuyla ilgilenen ilk kuruluş 1878 öncesinde kurulduğu anlaşılan “İzmir Kütüphane ve Müze Cemiyeti” dir. “Sanat Dostları Cemiyeti”, Osman Hamdi Bey tarafından kurulmuş ve korumaya dolaylı katkıları olmuştur . Örneğin, Çemberlitaş, bu cemiyet üyelerinin verdikleri paralarla onarılmıştır. Bir diğer örgüt 1911 tarihinde kurulan “İstanbul Asarı Atika Muhipleri (Sevenleri) Cemiyeti”dir. Cemiyet, öncelikle, İstanbul kentinin değerlerini ve güzelliklerini tanıtacak, daha sonra kentin tarihi anıtlarının korunması için Hükümete bilgi sunacaktır.
Osman Hamdi Bey, Nemrut Dağı Batı Terası’ndaki Apollon-Mitra-Helios-Hermes başının üstünde dinlenirken… 1883

Bu heykel Yunan ışık tanrısı Apollon’u, Pers inancının ışık tanrısı Mitra’yı, Yunan kültüründe Güneş Tanrısı Helios’u ve tanrıların ulağı Hermesi simgeler. Nemrut Dağı’ndaki kutsal alandan (Hierothesion) ilk söz eden ve bunların Asurlular’dan kalma olduğunu tahmin eden, 1881’de Diyarbakır’da yol yapım işlerinde görevli Alman Mühendis Karl Sester’dir. Sester’in bilgilendirmesiyle Alman otoritelerin ilgisini çeken Nemrut Tümülüsü ile ilgili ilk araştırma, 1882 yılında arkeolog Otto Puchstein ile Karl Sester’den kurulu bir ekip tarafından gerçekleştirilir.
Otto Punchtein başkanlığındaki ekip, Nemrut Dağı’nın tepesindeki tümülüs ve tümülüsün doğu ve batı yanlarında oluşturulmuş teraslar üzerindeki devasa heykeller ve çeşitli kabartmalardan oluşan eserler üzerinde çalışır. Uzun çalışmalar sonunda Grekçe yazılı kitabeyi çözen Punchstein, bu eserlerin Kommagene Uygarlığı’na ait olduğunu ve Kommagene Kralı 1. Antiochos tarafından yaptırıldığını keşfeder. Antiochos’un ağzından yazılan kitabe, Nemrud Dağı’nın sırrını ve Antiochos’un yasalarını içermektedir. Müze-i Hümayun’a (Osmanlı İmparatorluk Müzesi) 1881’de Müdür olarak atanan Osman Hamdi Bey, Sanayi-i Nefise Mektebi öğretim üyesi heykeltraş Osgan Efendi ile birlikte Osmanlı misyonu olarak 1883 yılında, Nemrut Dağı anıtlarını incelemek, bu konudaki çeşitli soruları aydınlatmak üzere görevlendirilirler. Yazarlar, kısmi kazı da yaptıkları bu araştırmanın sonuçlarını, Puchstein’ın bulguları ile karşılaştırmalı olarak “Le Tumulus de Nemroud Dagh” adlı Fransızca eserlerinde (1. basım 1883, 2. basım 1987) yayımlarlar.
Comentarios